20 Ocak 2009 Salı

Eski Uygarlıklar

Hunlar



Hunlar Genel Tarihi

Orta Asyada ve Avrupada devlet kuran Türk boyudur. Osmanlı hanedanı dışında Türklerin başında hüküm süren en uzun ömürlü ve en önemli hanedan Hunlardır. Onları dört önemli topluluk olarak ele alabiliriz.

Orta Asya Hunları, ilk büyük Hun hakanlığıdır (M.Ö. 220-M.S. 216). ilk büyük hükümdarları Teoman Yabgudur. Oğlu Mete (Oğuz Han da denir), M.Ö. 209da Teomanın yerine tahta geçti. 35 yıl hükümdarlık etti. Bütün Türk, Moğol, Tonguz, Altay Türklerini buyruğu altında topladı. Devletinin sınırları Büyük Okyanustan Hazar Denizine, Tibet ve Keşmirden Kuzey Sibiryaya uzanıyordu.

Volga Hunları, M.S. 48de devlet ikiye bölündü, sonra da göçler sonucu dağıldı. Çeşitli Türk boylarının birbiri üzerine yaptığı baskılarla zayıflayan önemli Hun boyları batıya göç etmeğe başladılar. Bunların bir bölüğü Volga ile Ural ırmakları arasında bir devlet kurdu (M.S. 374). Hakanları Balamir Handı. Avrupa Hun Devleti, M.S. 425te kuruldu. 454e kadar yaşayan bu devletin en büyük hükümdarı Attilâ idi. 9 yıl süren saltanatı sırasında 4 milyon km2lik bir toprak üzerinde dünyanın en büyük imparatorluğunu meydana getirdi.

Hindistan Hunları (Akhunlar), ise Moğollarla karışarak güneye inen ve orada VII. imparatorluk hanedanını kuranHunlardır. 3,5 milyon km2lik bir bölgede 71 yıl Hindistana egemen olduktan sonra dağıldılar.

Attilâ ve Azizler

Attilâ iktidarından ve Hun gücünden korkan Hıristiyan inancına göre Attilânın atının bastığı yerde ot bilmezmiş. Attilânın Avrupaya saldığı korku yüzünden, kilise ona direnme cesaretini gösterenleri azizliğe yükseltti: Parisi kurtaran Azize Genevieve; Romalıları yardıma çağıran Orieans piskoposu Aziz Aignan, Romaya ilişmemesi için Attilâ ile pazarlığa girişen papa Leo I bunlar arasındadır.

Hun uygarlığı

Ordu örgütlemeyi, savaşmayı, at yetiştirmeyi çok iyi bilen Hunlar, büyük bir uygarlığa sahipti. Tahta evlerde oturur, deriyi işler, dokuma yapar, şiir ve edebiyatla uğraşırlardı. Avrupaya Asya uygarlığının önemli öğelerini ve özelliklerini onlar götürdüler.



Hunların önünde dize gelen Avrupa, Attilâyı ve yiğit savaşçılarını vahşiler olarak görmek ve göstermek istemiştir. Ünlü ressam Raffaellonun bu tablosunda, Roma kapılarında Attilâ ile papa Leo Iin karşılaşmaları da, eli sopalı melekler ilâvesiyle ve aynı anlayışla canlandırılıyor. Vatikan Müzesi, Roma.

HUNLAR

Alm. Hunne (m), Hunnin (f), Fr. Les Huns (pl.), İng. The Huns. Orta Asyada ve Avrupada devlet kuran ilk Türk boyu. Hunlara Çin kaynaklarında Hiung-nu adı verilmektedir. “Kun” ismi ile anılan Hunlar, târihte bilinen ilk Türk devletini kurmuşlardır. Hunlarla uzun süren mücâdeler yapan Çinliler, Türk saldırılarına karşı koyabilmek için meşhur Çin Seddini yapmışlardır.
Hunlar hakkında ilk bilgilerin bulunduğu Çin kaynaklarında; kuzeylerinde yaşayan atlı göçebelerin, sınırlarını geçerek ülke içine yaptıkları akınlar ve Çin prensleri veya hükümdârlarının çok defâ birbirlerine karşı giriştikleri saltanat mücâdelelerinde, büyük bir askerî güce sâhip bu göçebelerden yardım aldıkları yazılıdır. Çağımızdan üç bin yıl önceleri Kuzey Çin ülkelerinde görülen, atlı göçebe denen ilk Türkler, daha sonra Hun adı ile târih sahnesine çıkmışlardır.
Mîlattan önce 318 yılında, Kuzey Şansideki Çin prensleri, ülke içindeki saltanat kavgalarında “Kuzey Canavarları” dedikleri Hunlardan yardım alıyorlardı. 220 yılında Teoman (Tuman) Yabgu (220-209), Türk boylarını birleştirerek siyâsî birlik kurdu. Çindeki iç karışıklıklardan faydalanıp, devletin sınırlarını genişletti. Çinlilere çok zor günler yaşattı. Sarı Irmağı geçip, Çinlilerin en büyük dayanağı olan Çin Seddini aştı, Türk atlılarını Çin içlerinde koşturdu.
Oğlu Mete (Motun, Bapatır ve Bahadır da denir), Teoman Yabgudan iktidârı, zorla aldı. Mîlâddan önce 209 yılında Hun hakanı olan Metenin adı destanlara geçti. Mete (M.Ö. 209-174) Çin Seddini aşıp Çine girdi. Asyanın fethine teşebbüs edip, Büyük Okyanusla, Hazar Denizinin kuzey kıyıları, Sibirya ile Himalayalar arasındaki bölgeyi ele geçirdi. On sekiz milyon kilometre karelik bir alanı hâkimiyeti
altına alıp, târihin en büyük imparatorluklarından birini kurdu.
Metenin M.Ö. 174 yılında ölümü ile yerine oğlu Gökhan (M.Ö. 174-161) geçti. Gökhan devrinde Hun İmparatorluğunun teşkilâtı daha da kuvvetlendi. Devletin sınırları genişledi. Çin, Hunlara vergi vermek sûretiyle barış politikasını devâm ettirdi. Gökhan, Tanrı Dağlarının doğusunu ellerinde tutan Yüeçileri yenerek batıya sürdü. Hunların doğu komşusu Çinliler, Türkleri askerî güç ile yenemeyeceklerini anlayınca, “Türkü Türke kırdırmak” politikasını tâkip ettiler. Mîlâddan önce birinci yüzyılda Hunları Doğu ve Batı Hunlar olmak üzere ikiye ayırdılar. Batı Hun Devleti, M.Ö. 48-36, Doğu Hun Devleti ise M.Ö. 48-M.S. 48 yılları arasında hüküm sürdü. Çiçi Hân (M.Ö. 56-36) bölünmeyi önlemek için uğraştıysa da muvaffak olamayıp, Çinliler tarafından öldürüldü. Doğu Hun Devleti, M.S. 48de Çinlilerin askerî baskı ve siyâsî entrikaları sonucu Güney-Doğu ve Kuzey-Batı Hun İmparatorluğu adıyla ikiye bölündü. Kuzey Hun (38-93), Güney Hun (48-303) devletleri Sienpiler ve Çinliler tarafından yıkıldı. Hunlar batıya ve güneye inerek, târihteki büyük “Kavimler Göçü”nü başlattılar. Batıya gidenlere “AvrupaHunları”, Hindistana gidenlere “Akhunlar” adı verildi.
Avrupa Hunları (M.S. 90-468), Hazar Denizi ile Yayık ve İdil ırmakları arasında kalan geniş bir alana yayıldılar ve bölgede yaşayan kabîleleri de hâkimiyetleri altına aldılar. 375 yılında Balamir komutasındaki Hunlar, akınlarını Avrupaya yönelttiler. İdil Irmağını geçen Hun akıncıları, Tuna boylarına kadar gelip,Macaristana yerleştiler. Munçukun oğlu Attila (445-453) zamânında 447-448 yıllarında Avrupada yetmiş kadar şehir ele geçirildi. Hun orduları İstanbul kapılarına dayanıp, Bizansı haraca bağladı. 451de Galyaya yâni Fransaya girdi. Milano ve Parviayı da alan Attila, Roma üzerine yürüdü. Papa Üçüncü Leon ve Roma Konsül Heyetinin ricâları ile Batı Roma İmparatorluğu merkezine girmedi (452). Anlaşma yapıp, Romadan geriye döndü. Avrupada çok kan döktü. “Allahın gazabı” da denilen Attila 453 yılında öldü.
Attilanın ölümünden sonra dört milyon kilometrekarelik geniş bir alana yayılan Avrupa Hunları, taht kavgaları sonucu dağılmaya başladı. Attilanın büyük oğlu İlek Han (453-454) 454 yılında öldürülüp, yerine diğer oğlu Dengizek (454-496) geçti. Dengizek Han, Hunları birlik içinde toplayarak devleti koruyup, yaşatmak istemesine rağmen muvaffak olamadı. Attilanın diğer oğlu İrnek, 496 yılında Bizansa tâbi oldu. Avrupa kavimleri, hunlardan teşkilâtçılığı öğrenip, sosyal ve siyâsî hayatlarına yön verdiler.
Akhunlar (420-567): Büyük göç sırasında Hun Türklerinin bir başka kolu Orta Asyadan güneye inerek Afganistan, Kuzey Hindistân ve Türkistanın bir bölümünü içine alan bölgeye yerleşti. 420 yılında Akhuşunvarın kurduğu Akhun Devleti, Kuzey ve Güney Akhunlar olmak üzere ikiye ayrıldı. 496 yılında Güney Akhunlar hükümdârı Toraman zamânında imparatorluk hâline geldiler. Altıncı yüzyılda Göktürk hâkimiyetine giren Akhunlar, 567de yıkıldı. (Bkz. Akhunlar)
Hunların devlet başkanına “Şan-yü” ve “Tanrıkut” denir ve kutsal kabul edilirdi. Hânedân en soylu ve imtiyâzlı kabîleden gelirdi. Ordu teşkilâtı ikili, dörtlü, altılı ve yirmi dörtlü usûle dayanıp, onluk,yüzlük, binlik ve on binlik düzenleri vardı. Hun ordusu yirmi dört tümenden meydana gelirdi. Hunlar atlı göçebe hayâta alışıp, at eti yiyerek, kısrak sütü içerek, çoluk çocukları ile at sırtında dolaşarak, atlı savaş usûlünü ilk defâ kullanmışlardır. Çok süratli hareket kâbiliyetine sâhib olduklarından, büyük orduları ve vuruş güçleriyle, kendilerinden daha kalabalık yerleşik milletlere üstünlük sağlamışlardır.
Atlı göçebe hayâtın icâbı olarak Hunlar çepken, yelek, şalvar, börk, deri kalpak, tokalı kemer gibi giyim kuşam; sucuk, pastırma, kakaç, kuru kaymak, tarhana, kurut, kavurga, kavut gibi yiyecekler ile kendi buluşları olarak tulum, türgü, deri sofra altı, tuluk, yannık, dağarcık gibi deri eşyâları kulanırlardı. Çok hızlı göç eden Hunlar, çoluk çocukları, davar, sığır ve deve sürüleri ile yedek atları sâyesinde bir iki yıl içinde Çin Seddinden Kafkaslar ve Tuna boylarına ulaşmışlardır.
Hunlar, atlı savaş usûlleri sâyesinde çok kalabalık Çinlileri ve Romalıları yenmişlerdir. Türk savaş usûlü ve giyim kuşamını taklid etmek isteyen Çinliler ve Bizanslılar, koşan at üzerinde geriye ok atma, hünerini bile gösterememişlerdir.
Din adamlarına Şâman derlerdi. Bu bakımdan Hun inancına Şamanizm adı verilmiştir. Şamanların cenâzede, düğünde şiir söyleyen, çişitli konularda fikri sorulan ve aynı zamanda ahâlinin tedâvi işleriyle uğraşan kimseler olduğu sanılmaktadır. Şamanlardan başka olan bilgeler, daha çok tutulurdu. Bunlar, çok bilgili ve tecrübeli kimselerdi. On iki hayvanlı Türk takvimini kullanıp, dört yön ve renk adına göre de teşkilat ve coğrafî tâbirler kullanırlardı.
Hunların hür idâresi altında danışma meclisi mâhiyetinde “Kingeş Meclisi” denilen “Yıllık Dernek, Yığınak” toplanıp, ziyâfetler verilirdi. Bu meclis, hükümdâr seçmek, mevki, damga, ünvân vermek, insan ve hayvan sayımı yapmak için toplanırdı. Bir çeşit devlet meclisi olan topluluk, Türklerin tanışma ve kaynaşmasını da sağlardı.

Hun Ordusu

Ordu yalnızca soylu boyların ve köle olmayan özerk boyların sağlayacağı askerlere dayanmazdı. Savaşta yenilen ve köleleştirilen boylar da aynı biçimde asker sağlamakla yükümlüydü. Bu nedenle Metehan bozkırda yüzyıllar boyu kullanılacak ve Cengizhan zamanında geliştirilecek olan onlu düzenleme sistemini geliştirmişti. Ordu, her birinin başlarında şefleri bulunan 10,100,1000 kişilik bölümlere ayrılmıştı. Onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı deyimleri bu düzenlemeden ileri gelmekteydi. Bu birlikler boylar çerçevesinde gerçekleştirilirdi Büyük Aile 10, Boy 100 ,Budun ise 1000 asker sağlamakla yükümlüydü. Bazen bu rakamlar boyların ve budunların durumlarına göre değişmeler gösterebiliyordu. Bu türlü birimler Tanhu’nun , ili 24 changa ayırmasıyla bütünleşebilirdi. Tepede sol ve sağ eligler ve her iki kanatta da onbirer askeri şef vardı. Toplam sayıları iki elig ile birlikte 24'tü. Bu 24 şef içinde kağan  soyundan gelen prensler ile büyük askeri şeflerin karmaşık bir hiyerarşisi bulunmaktaydı. Şefler derecelerine göre az çok kalabalık bir askeri birliğin komutanı olurlardı.
       Diğer yandan, askeri sistem mülki yönetimin de temelini oluşturmaktaydı. Bu sistem akrabalığa dayalı sistemi yıkarak merkeziyetçi  bir yönetim getirmişti. Hun devletinde boylar merkeziyetçi bir yapıda yaşamışlardı. Askeri şef, genellikle komuta ettiği askerlerin beyi idi. Bazen, kavim kökünden kopmuş askeri şefler kullanılmışsa da, yöresel beyler yönetimindeki boy örgütlenmesi ve boy dayanışması eskisi gibi olurdu. Barış zamanında bir boyun askerleri geleneksel beyinin yanında çobanlık yapardı. Hem beylerine, hem de beylerinin aracılığıyla Hun devletine vergi öderdi. Boylar sistemi ile Hun devletinin yönetim düzeni geniş ölçüde birbirine girmiş ve özdeşleşmişti. Hun devlet örgüsü kavim sisteminin üzerine akıllıca örtülmüş bir örtüydü. Düzenli toplanan bir kurum olmamakla beraber boy ve budunların işleriyle imparatorluğun politikası arasında eşgüdümü sağlamak için zaman zaman toplanan kurultay kağan ailesini, büyük askeri şefleri, boy ve budun beylerini biraraya getirirdi. (Kagan'ın otoritesi ve kurultayın gücü konusundaki bilgilerimiz genel düzeyde ve yetersizdir.) Ekonomik işler ve askeri seferler iyi gittiği sürece Tanhu ve devlet güçlü görünürdü. Çin ve Türkistan yiyecek göndermeyince devletin ve imparatorun durumu sarsılır ve bu durumda, bağımlı yaşayan boy ve budunların merkeze karşı ayaklandıkları sık sık görülürdü. Eldeki bilgilere göre Hun devleti, vergi ve asker sağlamakla yetinen ve bağımlı boy ve budunların iç düzenlerine pek az dokunan, ince bir bürokrasiye ve hiyerarşik biçimde sıralanmış boy ve budunlara dayanırdı. Köle durumundaki boylar bile vergi ve hizmet yükümlülükleri dışında özerkliklerini korurlar ve kendi ekonomik uğraşlarını sürdürürler, kendi hayvan sürülerini yetiştirebilirlerdi. Bozkırda bir süre sonra boylardan birisi büyüyerek diğerlerine egemen olurdu. Efendi-köle ve boy ilişkisi bir sömürü düzeninin varlığına karşın geçici bir durumdu. Boylar içindeki gelişmeler, soylular ve karabudun ilişkisi önemli ve anlamlıydı. Nitekim, Tunguzlar örneğinin gösterdiği üzere, köle boyların beyleri ve ileri gelenleri de, Hun beyleri ve askeri şefleri arasında yer alırdı.

Hunlarda Din

Hunlar’ın Dini neydi?

“Birçok bilgin, totemizmi insanlığın ilk dini sayar. Totemizm inancında genellikle bir topluluk, bir bitki türüne ya da bir nesneye mistik, akrabalık duyguları ile bağlıdır. Bu bağlanışın belli görev, yasak ve törenleri söz konusudur.

KURT ATA: Hunlar da hayvan atadan geldiklerine inanırlardı. Hayvanı kendisine uyulacak, ders alınacak bir örnek sayarlardı. İnsanın davranışları hayvana bakılarak ayarlanır, düzeltilirdi. Hayvanda düşünmek erkeğin, savaşçının davranışını belirlerdi. Göçebeyi yaratıcılığa, akıncılığa ve amansız başbuğluğa yönelten, işte bu inançtı. Böylece göçebe, dünyayı kendisi için var olan bir yağma ve talan yeri sayıyordu. Ancak böyle düşünebiliyordu. Totemizmin başlıca şu özellikleri vardır:

- Totem ile topluluk arasında duygusal akrabalık vardır. Başka bir söyleyişle, aynı totemden olan kişiler aynı atadan geldiğine inanır.

- Bireyler totemin adını işaretlerini taşır.

-Aynı totem çevresinde toplanan kişilerin birbiriyle evlenmeleri yasaktır.

- Totemden olan kişiler için totem olan hayvan ya da bitkiyi yemek yasaktır.

- Totemin, inanan topluluğun üyelerine yardımcı olduğuna, onları çeşitli tehlikelerden koruduğuna inanılır.

Genellikle hayvanlar totem sayılmıştır. Kimi zaman söz konusu hayvan yerine, onun bir parçası (kuyruğu, dili, pençesi, tüyü, vb.) totem yerine geçer. Hayvan totemleri, en çok avcılıkla geçinen ilkel toplumlarda görülür. Türkler’de totem inancına uygun kimi inanç ve davranışlar izlenir. Türkler, kurdu ata tanırlar. Söylenceye göre, Asya Hunları’nın hanı Mo-tun’un (biz onu yanlış okuma sonucu Mete diye biliyoruz, b.n.) soyu ejdere dayanır. Büyük olasılıkla, ejder çok eski dönemlerde tapınç olmalıdır.

GÖK TANRI: Bozkır halkları inancında Gök Tanrı tek yaratıcı olarak görülür. Tengri (gök) din sisteminin merkezinde yer alır. En yüksek varlıktır. Bu inançta Gök-Tanrı yaratıcı, tam güç sahibidir. Çoğu kez Gök-Tanrı diye anılır. Ona kurbanlar sunulur. Eliade’ye göre, Gök-Tanrı inancı, Orta ve Kuzey Asya topluluklarına özgü, özgün inanç anlayışıdır. Giraud için, doğrudan ‘bütün Türkler’in ana tapınımıdır.’

Gök-Tanrı genellikle kişilerin yaşamına aracısız karışır. Buyurduğu istemlerine uymayanı cezalandırır. Gök’ün istemine karşı gelinmez. Ant içme, şükür Gök tanrıya yapılır.

Asya Hunları’nın hanı Mo-tun, M.Ö. 176 yılında Çin İmparatoruna yolladığı bir mektupta utkularını önce Gök-Tanrı’nın yardımıyla kazandığını bildiriyor. Dördüncü yüzyıl başlarında Hun Devleti’ni kuran Liu Yüan, genç yeğeninin yiğitliği karşısında ‘Gök-Tanrı, bu kişiyi Hunları düşünerek dünyaya getirdi’ diyor.

Asya’da tarih sahnesinde görülen halklardan Gök Tanrı inancının izleri görülüyor. Hunlar, Tabgaçlar, Göktürkler, Uygurlar Gök-Tanrı’ya kurbanlar sunuyor.

KUTSAL ATA: Eski Türk inançlarından biri de ataya tapınçtır. Ataya tapınç olayı da evrensel inanç kavramlarındandır. Ataya tapınç, insanın ölümün kaçınılmazlığını bilen tek yaratık olmasından kaynaklanır. Ne var ki, bu gerçeği bilmek yetmez. Kişi, bunu düşünmeyi her dönemde, hem de dirençle yadsır. Ata, kendisine tapacak soyu var olduğu sürece yaşayacağına inanır.

Ata tapıncında baba/ata, öldükten sonra ruhları aracılığıyla aile bireylerini korur.  Bu yüzden onla saygı gerekir. Ataya tapınçta en özgün özellik, insan kurban etme geleneğidir. İnsan kurban geleneği,Uzakdoğu halklarında vardır. Hunlar’da insan kurbanı olayının kimi izleri sezilir. Sözgelimi Hunlar’da yakın akrabaların birlikte gömülmesi olayından söz edilir. Ama bu geleneğin Hunlar’da bulunup bulunmadığı kesin değildir.

Ata tapıncının bir özelliği de ata anılarının kutlu sayılmasıdır. Hunlar her yıl mayıs ortalarında atalarına kurban sunar. Ata mezarlarına yapılan saldırılar ağır cezalar gerektirir. Attila, Hun hanları aile mezarını Bizans piskoposunun soyması yüzünden 2.Balkan seferini yapar. Bu inanca göre,ölülerin silahları değerli eşyaları, takıları ile birlikte gömülür. Böylece öteki dünyada, ölen kişinin rahat yaşamı sağlanmış olur. Hunlar’da, yenilen düşmanın kafatasını altınla doldurup kadeh yapma geleneği de vardır. AsyaHun hanı, Yüe-çi hanının kafatasını içki kabı olarak kullanmıştır. İbrahim Kafesoğlu, bu inancı güney kültürü olarak gösterir. Ancak,bu inanç Türkler arasında uzun süre yaşamışa benzer. Bulgarlar da aynı geleneği uygulamışlardır. Çok sonra Safeviler arasında da bu gelenek sürmüştür.

DOĞAYA TAPINMA: Asyalı Hunlar, ilkyaz ve son yazlarda atalara ve doğa tanrılarına kurbanlar keserler. Han Tanhu,gündüz güneşi, gece dolunayı ulular. Hunlar, Göktürkler,Uygurlar girişimlerini ay-yıldız hareketleri ile denetler. Tabgaçlar ilk ve sonyazda atalara kurban sunarla. Kurbanlar taş ev tapınağı içinde kesilir, çevreye kayın ağaçları dikilir. Bunlardan kutlu ormanlar oluşur.

Saldırıyı ve savaşı ancak ayın büyümekte olduğu ya da dolunay biçimine geldiğinde göze alırlardı. Büyük han her sabah çadırından çıkar ve tapınır biçimde güneşi selamlardı. Uğur getiren yeni ayı gördüğü zaman da aynı saygı ile ayı selamlardı.

YER-SU: Yer-Su ruhlarının en özgün göstergesi dağlardır. Hunlar eski yurtlarında Han-yoan Dağı’nda her yıl Gök Tanrıya kurban keser. Gan-tsuan-şan Dağı, Hunlar’ın kutsal dağlarındandır. Hun hanları Çin’le yaptıkları sözleşmeleri Hunda Dağı tepesinde kurban keserek antlarla pekiştirirler.

Gök Tanrı tapıncı ile dağ tapıncı birbiriyle yakından ilgilidir.

Söylencelerde Orta Asya’nın verimli dağları Çinlilerce tutulduğu dönemlerin anılarını yansıtır. Bolluk dağlarını yitiren göçebeler bu dağların anılarını uzun yıllar anımsayacaklardır. Hunlar, Gansu ilindeki Tsilenşan Dağı’ndan ayrıldıktan sonra ağıtlar yakacaklardır.

Bu inançta dağlar, ırmaklar, göllerin tümü canlı nesnelerdir. Kutsadıkları ırmaklar, göller salt yerel nesneler değildir. Konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk sahibi olan varlıklardır.

Çin kaynaklarına göre, Orta Asya Şamanizmi’nin esasları Gök Tanrı, Güneş, Ay, yer, su, ata, ateş (ocak) tapınçlarıdır. Dinsel törenler belirli bir düzen içinde yapılır. Hakanın otağındaki tapınakta her yılbaşında tören yapılır. Törene yirmi dört Hun boyunun başbuğu katılır. Yılın beşinci ayında Lung-çeng kentinde toplanırlar. Atalara, Gök Tanrı’ya, yer-su ruhlarına kurbanlar sunarlar.

Sonyazda atlar iyi beslenmişlerdir. Orman yanında toplanırlar. Çevreyi dolaşırlar. Halk ve hayvan sürülerinin sayımı yapılır. Hakan günde iki kaz tapınım için çadırından çıkar. Sabah güneşe, geceleri aya tapar.

M.Ö. 121 yılında Çinliler bir Hun prensini yenip otağı ele geçirir. Savaş kazancı arasında bir de altın put vardır. Çin tarihçilerine göre, Hun prensi bu put karşısında Gök Tanrı’ya kurbanlar sunar.

Hunlar’dan sonra Orta Asya’da devlet kuran çeşitli Türk soyları da Gök Tanrı’ya, yer-suya, Güneşe, Aya kurbanlar sunuyorlar. Dinsel inançları Hunlarınki gibi.”

19 Ocak 2009 Pazartesi

Persler



Pers Ordusu

İÖ 5. yüzyılın başında bütün Yunanistan işgal tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Pers İmpara torluğu, bir dizi ye tenekli kralın yönetiminde yavaş yavaş yayıl maktaydı. Kiros (Kuruş) ve Darius'un yöneti mindeki Persler, Anadolu'nun batı kıyıların daki İyonya kentlerinin denetimini ellerine geçirmişlerdi. Ne var ki, İyonyahlar yabancı yönetiminden hoşnut değillerdi. İÖ 499'da Milet kentinde bir ayaklanma çıktı ve kısa za manda öbür İyonya kentlerine de yayıldı. Ati nalılar, Persler'in güçlenmesinin Yunanis tan'ın bağımsızlığı için bir tehlike olduğunu anlamışlardı. Ayaklanan İyonya kentlerine yardım etmek üzere 20 gemi gönderdiler, ama Persler ayaklanmayı bastırmayı başardılar. İÖ 494'te Milet'i aldılar, kenti yerle bir ettiler ve halkını da köleleştirdiler. Ardından, ayaklanmaya yardım eden Atinalılar'ı ceza landırmak için Darius Yunanistan'a saldırdı.

İÖ 490'da büyük bir Pers ordusu Yunanis tan'a girdi. Eretria kentini alarak yerle bir et ti. Yetenekli general Miltiades'in komutasın daki 10 bin askerlik bir Atina ordusu, Pers ler'i Atina yakınlarındaki Maraton Ovası'nda karşılamak üzere ilerledi. Atinalılar Sparta ve öbür kentlerden yardım istedilerse de an cak 1.000 kişilik küçük bir güç yardıma gele bildi. Sayıca çok az olmalarına karşın Yunan lılar çarpışmayı kazandılar 

10 yıl sonra İÖ 480'de Pers Kralı Kserkses döneminin en büyük ordusu nu toplayarak Yunanistan'ı kesinlikle almak amacıyla yola koyuldu. Bu kez Yunanlılar birlik olmayı başardılar. Sparta Kralı Leoni-das, Thermopilai Geçidi'ni tutmak üzere kü çük bir askeri kuvvetle Yunanistan'ın kuzeyi ne yürüdü. Leonidas Pers ordusunu bir hafta süreyle durdurmayı başardı. Pers komutanı birliklerinin bir bölümünü dağların çevresin den dolaştırarak Yunanlılar'a arkadan saldı rınca, Leonidas ve askerleri geçitte kıstırıla rak yok edildi.
Pers saldırısı engellenemeyince, Atinalılar kenti boşalttılar. Kadınlar ve çocuklar Troi-zen ve Salamis'e sığındılar. Salamis Boğazı'nda bir araya gelen müttefik Yunan donanması çarpışmaya girmek istemedi. Ne var ki, Ati nalı önder Themistokles, Yunanistan'ın kur tuluşu için kent devletlerinin birlikte hareket etmeleri gerektiğini anlamıştı. Persler'e gizli ce haber salarak Yunan kentleri arasında gö rüş ayrılığı çıktığını ve gemilerden bazılarının koyu terk edeceğini duyurdu. Onlara her iki çıkışı da kapatmalarını önerdi. Themistok-les'in hain olduğuna inanan Persler bu öneri ye uydular. O gece Kserkses'in donanması Yunanlılar'ın çevresini sardı. Sabah olunca durumu gören Yunanlılar savaşın kaçınılmaz lığını kavradılar ve çeşitli savaş taktikleriyle Pers donanmasının önemli bir bölümünü yok ettiler.

Yenildiğini anlayan Kserkses ordusunu ve donanmasını geride bırakarak kaçtı. Son bir çarpışma için, bir yıl sonra İÖ 479'da Plataya' ya döndü. Kserkses burada da yenilince, Yu nanistan'ı Pers İmparatorluğu'nun bir parçası yapma umutlarından vazgeçmek zorunda kaldı.
Persler'e karşı kazandığı zaferlerle Atina Yunanistan'ın en ünlü kenti oldu. Themistokles'in önderliğinde, Atinalılar Persler'den ge lebilecek yeni bir saldırıya karşı koyacak güç lü bir donanma kurdular. İyonya'yı Pers yö netiminden kurtarmak isteyen birçok Yunan kenti Atina ile birleşerek İÖ 478 ve 477'de, merkezi Delos'ta olan Delos Birliği'ni kurdu. Asıl söz sahibi olan kent ise gene Atina'ydı ve bütün öbür kentler Atina donanmasının ge reksinimlerini karşılamak için para ödüyorlar dı. Kısa sürede bu parasal desteğe alışan Ati na, bunu kaybetmemek için kentlerden her hangi birinin birlikten çıkmasına izin verme di. Kentlerin ödediği vergi Atinahlar'm yara rına kullanıldı. Yunan kentlerinin kurduğu bu gönüllü birlik giderek Atina'nın denetlediği bir imparatorluğa dönüştü. İÖ 5. yüz yılda en parlak dönemini yaşayan Atina Doğu Yunanistan'ın büyük bir bölümünü, Ege Adaları'nın birçoğunu ve Anadolu'daki İyonya kıyısını denetim altına almıştı.

Koloni devleti olarak kurulmuş Bodrum, Milas gibi büyük merkezlere sahip olan İyonya diğer devletlere karşı gücünü ve bağımsızlığını koruyacak durumda değildi ve M.Ö. 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu'nun egemenliği altına girdi. Bu kaos ortamında Yunanların kışkırttığı İyon ayaklanmaları birçok şehirde amacına ulaştı.

M.Ö. 490'da İyon ayaklanmalarını bastıran Pers Kralı I. Darius Yunanları cezalandırmak için bir filo yolladı. Atina'lı general Miltiades'in önderliğinde, Maraton Savaşı'nda Persler, Yunan ordularına yenildiler. Günümüzde bu savaşta ölenlerin mezarları hâlâ Maraton alanında görülebilir.

10 yıl sonra Dairus'un vârisi I. Serhas daha güçlü bir orduyla tekrar Yunan topraklarına girdi. Termofil Savaşı'nda Sparta kralı I. Leonidas'ın sebep olduğu bir gecikme ile Serhas Atina içerine doğru ilerledi ve ele geçirmiş olduğu şehri yakıp yıktı. Fakat Atina'lılar şehri deniz kenarına tahliye etmişlerdi ve Temistokles önderliğinde Salamis Savaşında Yunan ordusu Pers ordusunu tekrar yendi. Bir yıl sonra Yunanlar Sparta'lı Pausanius ile Pers ordusunu Plataea'da da yenilgiye uğrattı. Son olarak Yunan ordusu M.Ö. 478 yılında Pers ordusunu tamamen Ege Denizi'nin dışına çıkarmayı başardı ve Bizans şehrini kuşatarak ele geçirdi

Atina hâkimiyeti 
Pers savaşları, Yunan çevrelerinde Atina hâkimiyetinin başı çektiği dönemdir. Korint'in hâlâ dişli bir rakip olarak varlığını devam ettirmesine rağmen Atina, denizlerin ve ticari gücün meydan okunamaz efendisi olmuştur. Bu dönemin başlıca devlet adamı, Parthenon ve Atina'nın diğer birçok klasik eserlerinin yaptırmak için Delos Antlaşmasının taraflarının verdiği vergileri kullanan Perikles'dir. Perikles döneminde Atina artık bir büyük bir devlet hâline gelmişti. 

Yunanistan'ın refahı tüm yetenekli insanları etkiledi ve sanatın patronları hâline gelen varlıklı bir sanatçılar sınıfı ortaya çıktı. Atina devleti, sanatları özellikle de mimariyi öğrenmeyi destekledi ve sanatçılara destek oldu. Yunan edebiyatının, felsefesinin, sahne sanatlarının merkezi Atina oldu. Adları bugün bile bilinen dramatistler Eshilos, Aristofanes, Evripides, Sofokles; filozoflar Aristo, Eflatun, Sokrates; tarihçiler Heredot, Tukidides, Ksenofon; şair Simonides; heykeltıraş Fidias bu müreffeh dönemde yaşamış önemli kişilerdir. Atina bu dönemde Perikles'in deyimiyle Helen uygarlığının okulu hâline geldi. 

Diğer Yunan devletçikleri başlarda Perslere karşı yapılan savaşlarda Atina'nın liderliğini kabul ettiler. Fakat daha sonra muhafazakâr politikacı Kimon'un M.Ö. 466'da düşmesiyle Atina giderek artan bir emperyalist güç edindi. M.Ö. 461'de Eurymedon savaşındaki başarıdan sonra Persler artık büyük bir tehdit unsuru olmaktan çıkmıştı. Ama Naksos (Nakşa) gibi bazı şehirler bağımsızlıklarını ilan etmeye kalkıştılarsa da sert bir müdahale ile tekrar boyun eğmek zorunda bırakıldılar. Yeni Atina önderleri, Perikles ve Efialtes, Atina ve Sparta arasındaki ilişkilerin bozulmasına sebep oldu ve M.Ö. 458'de bir savaş patlak verdi. Birkaç yıl süren sonuçsuz savaşın ardından 30 yıllık bir barış antlaşması imzalandı. Bu olay Yunanlar ve Persler arasındaki son çarpışma olan Kıbrıs'taki Salamis Savaşı ile aynı zamana denk gelir. Bu savaşı takiben Persler ve Yunanlar arasında Callius Barış Antlaşması imzalanmıştır.

Persler Genel Tarihi

Pers İmparatorluğu
From ansiklopedi.gen.tr

İsa'dan önce 5.yy'da Persler II. Keyhüsrev önderliğinde birleşerek kuzeydeki Medleri yıkmış ve bir devlet haline gelmişlerdir. Bundan sonra Keyhüsrev fetih hareketlerine girişmiştir. Bu fetihlerde ise Babil, Fenike gibi zengin yerleri fethedip ülkeyi zengin bir krallık haline getirmiştir. Ermenistan'ı, Lidya'yı ve Krezus'ünservetini ele geçirip tüm Anadolu'yu hakimiyeti altında birleştirmiştir. Anadolu'yu ele geçridikten sonra Babil üzerine saldırmış ve orayı da fethedip kendini Babil kralı ilan etmiştir. Bundan sonra ise Mısır'a saldırma hazırlıklarına başlamış, kuzeydoğuyu sağlamlaştırmak için iki kabileyle savaş yapmış ve bu savaşlar da kabileler direniş göstermişler, Keyhüsrev de bu savaşta hayatını kaybetmiştir. 
Yerine ise oğlu Kambis geçmiştir. Kambis devrinde Mısır fethedilmiş, Kartaca'ya kadar Pers ordusu ilerlemiş, ancak Kartacalıları geçememiştir. Kambis döneminde İranlı kabileler ayaklanmışlardır, bunlar Gomata isimli bir Med rahibinin başını çektiği mecusilerdir. 
Kambis Mısır dönüşü ölmüş, yerine ise ünlü Pers İmparatoru 1. Darious geçmiştir. İlk olarak kabile isyanlarını bastırmış ve çeşitli alanlarında devrim niteliğindeki hareketlere girişmiştir. 1. Darious da fetih hareketlerine girişmiş, doğuda Hindistan'a dayanmıştır İmparatorluk sınırları. Kafkasya'ya doğru Türklerin ataları olan İskitlere karşı da sefer yapmış, ama başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha sonra batıya yönelip, Trakya, Makedonya ve Ege'ye saldırıp buraları ele geçirmiştir. Bunun üzerine Yunanlılar, Darious ve oğlu Kserkes'e karşı Salamis Deniz Savaşı'nı yapmışlardır. 
II. Artakserkes döneminde devlet hızla çözülmeye başlamış, İmparatorluk'ta ayaklanmalar olmuş, Mısır bağımsızlığını ilan etmiştir. İsyanlar güçlükle bastırılmış, ama daha sonra III. Darious döneminde Persler İmparatorluğu'na Büyük İskender son vermiştir.

PERSLER DÖNEMİ
M.Ö. 546 Pers Orduları bölgeyi ele geçirir. 
Pers Kralı Büyük Cyrus'un Lidya kralı Krezuz'u yenmesi ile bütün Anadolu Perslerin eline geçer. Çine Çayını geçerek Karya bölgesini ele geçiren Persler, ele geçirdikleri başka bölgeler gibi buraya da bir satrap atadılar. 
M.Ö. 546 yılında Halicarnassos Dor Birliğinden kovulur. 
Bodrum yarımadası Pers Kontrolüne geçer.
Tarihin ilk kadın amirali olarak anılan Kraliçe Büyük Artemisia'nın parlak dönemi 
M.Ö. 484 Tarihin Babası Herodot Bodrumda doğar ve Genel Tarih, Grek-Iran Savaşları, Yunanlılarla Barbarlar adlı kitapları yazarak ünlenir. 

M.Ö. 468 Halikarnasin Attika-Delos birliğine katılır.M.Ö. 425 Tarihçi Herodotun ölür

İlk defa doğu, Nil’den Sirderya’ya, Yunanistan’dan Hindistan’a tek bir krallık asası altında birleşmiştir. İlk defa antik çağın en büyük uygarlıkları, firavun döneminin Mısır uygarlığı, Asur-Babil Mezopotamya uygarlığı, Hititler, Anadolu Yunan uygarlığı, bağrında İsrail uygarlığını da barındıran Suriye uygarlıkları, Mohenko Daro ve Taksila’yı yaratan İndüs uygarlığı aynı yönetim altında birleşirler; bu yönetimi, bir imparatorlukta barınan halkların haklarına, dinlerine, sanatlarına ve kurumlarına saygı gösterilmesi gerektiğini anlamış hükümdarların, aydın despotların yönetimi olarak adlandırabiliriz.

Pers İmparatorluğu


Pers İmparatorluğu,modern İran'ın 1935'te kurulmasından önceki tarihlerde İran platosunu yönetimi altında bulunduran çok sayıdaki hanedana verilen ortak isimdir. Döneminde çok güçlü bir imparatorlukken Büyük İskender'in seferi ile Persler yenilmiş ve imparatorluk sona ermişti.

İsa'dan önce 5.yy'da Persler II. Keyhüsrev önderliğinde birleşerek kuzeydeki Medleri yıkmış ve bir devlet haline gelmişlerdir. Bundan sonra Keyhüsrev fetih hareketlerine girişmiştir. Bu fetihlerde ise Babil, Fenike gibi zengin yerleri fethedip ülkeyi zengin bir krallık haline getirmiştir. Ermenistan'ı, Lidya'yı ve Krezus'ünservetini ele geçirip tüm anadolu'yu hakimiyeti altında birleştirmiştir.anadolu'yu ele geçridikten sonra Babil üzerine saldırmış ve orayı da fethedip kendini Babil kralı ilan etmiştir. Bundan sonra ise Mısır'a saldırma hazırlıklarına başlamış, kuzeydoğuyu sağlamlaştırmak için iki kabileyle savaş yapmış ve bu savaşlar da kabileler direniş göstermişler, Keyhüsrev de bu savaşta hayatını kaybetmiştir.

Yerine ise oğlu Kambis geçmiştir. Kambis devrinde Mısır fethedilmiş,Kartaca'ya kadar Pers ordusu ilerlemiş, ancak Kartacalıları geçememiştir. Kambis döneminde İranlı kabileler ayaklanmışlardır, bunlar Gomata isimli bir Med rahibinin başını çektiği mecusilerdir.

Kambis Mısır dönüşü ölmüş, yerine ise ünlü Pers İmparatoru 1. Darious geçmiştir. İlk olarak kabile isyanlarını bastırmış ve çeşitli alanlarında devrim niteliğindeki hareketlere girişmiştir. 1. Darious da fetih hareketlerine girişmiş, doğuda Hindistan'a dayanmıştır İmparatorluk sınırları. Kafkasya'ya doğru Türklerin ataları olan İskitlere karşı da sefer yapmış, ama başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha sonra batıya yönelip, Trakya, Makedonya ve Ege'ye saldırıp buraları ele geçirmiştir. Bunun üzerine Yunanlılar, Darious ve oğlu Kserkes'e karşı Salamis Deniz Savaşı'nı yapmışlardır.

II. Artakserkes döneminde devlet hızla çözülmeye başlamış, İmparatorluk'ta ayaklanmalar olmuş, Mısır bağımsızlığını ilan etmiştir. İsyanlar güçlükle bastırılmış, ama daha s
onra III. Darious döneminde Persler İmparatorluğu'na Büyük İskender son vermiştir.

Persler ve Din

Perslerin dini, Zoroastrianizm

Pers bölgesinin Bundahişn?i, tanrı Ahura Mazda tarafından yaratılan dünyayı anlatıyor. Dağ Alburz, gökyüzüne değene kadar 800 yıl büyüdü. Göğe dokunduğu noktadan yağmur yağmaya başlayınca Vourukaşa denizi ve iyi büyük nehir meydana geldi. İlk hayvan olan beyaz bir boğa Veh Rod nehrinin kenarında yaşıyordu fakat kötü ruh Angra Mainyu onu öldürdü. Boğanın spermleri aya taşındı ve birçok hayvan ve bitki yaratıldı. Nehrin diğer kıyısında güneş gibi parlayan ilk adam Gayomard yaşıyordu. Angra Mainyu onu da öldürdü. Güneş, spermlerini 40 yıl arıttı ve onlardan revent bitkisi filizlendi. Bu bitki ilk ölümlüler Maşya ve Maşyanag?a dönüştü. Angra Mainyu, onları öldürmek yerine kendine tapmaları için kandırdı. 50 yıl sonra ikiz çocuk dünyaya getirdiler ama günahlarının borcu olarak çocukları yediler. Uzun bir zaman sonra yine ikiz çocukları dünyaya geldi; onlardan da bütün insanlar (özellikle de Persler) meydana geldi.

18 Ocak 2009 Pazar

Hititler



Hititler Genel Tarihi

Hititler, tarihte Anadolu'da devlet kurmuş bir halk. Hint-Avrupa dil ailesi'ne dahil bir dil konuştukları için Hint-Avrupa kökenli bir topluluk olduğu kabul edilmektedir. M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu'ya göç ederek yerli Hatti Beylikleri üzerinde hakimiyet kurdukları bilinmektedir.

Hititler, tabletlerinde kendilerine Nesililer diyen Hind-Avrupalı boyların sadece Orta Anadolu'da oturan bölümüdür. Anadolu'daki diğer bazı Hind-Avrupalı boylar, Luviler ve Palalar adı ile bilinirler.

Anadolu Yarımadası'nın bugün için bilinen en eski adı Hatti Ülkesi idi ve bu topraklar 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak bilindi.[1] Bu ad o kadar yerleşmişti ki Anadolu'yu istila eden Hititler bile yeni yurtlarından söz ederken Hatti Ülkesi deyimini kullanmışlardır.

Oysa sonradan yine tabletlerden öğrenildiğine göre söz konusu Hind-Avrupalı halk kendini Nesice konuşan Nesililer olarak anıyordu.[2] Ancak Hitit biçimindeki adlandırma, Eskiçağ tarihi çevrelerinde yayıldığı için onu değiştirmek güç olurdu. Zaten filologlar söz konusu Hind-Avrupalı kavim için Hatti sözcüğünü olduğu gibi almayıp, onun Ahd-i Atik'de zikredilen "Heth" ve "Hittim" şeklinden esinlenerek Almanca Die Hethiter, İngilizce The Hittites, Fransızca Les Hittites ve İtalyanca Gli Ittiti deyimlerini üretmişlerdir. Türkçe'de ise önceleri Eti sözcüğü kullanıldı, şimdi ise Hitit deyimi yerleşmiştir.[3]

Anadolu'ya geliş yönleri arasında, Kafkasya üzerinden, Çanakkale Boğazı'ndan ya da Karadeniz'den olmalıdır. En genel kabul gören görüş, Kafkasya üzerinden Anadolu'ya indikleri yönündedir.

Tarihteki ilk kralları Kuşşara kralı LeonUgur'dır. İlk yerleşim yerleri ise Hattuşaş'dır. Pithana'nın oğlu Anitta zamanında başkentleri Neşa (Kaniş) olmuştur. Anitta, Hitit krallığının başkenti olan Hattuşaş'ı (Boğazköy), çok büyük hazineleri olduğunu tahmin ederek kuşatmış fakat şehirde herhangi bir şey bulamayınca kızarak şehri tamamen yakıp yıkmış ve ünlü lanetini savurmuştur “Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuş’u yeniden iskan ederse gökyüzünün (Fırtına Tanrısı’nın Daha sonra Anitta'nın soyundan gelen torunu Hattuşaş'ı bu kez Hitit krallığının başkenti yapacak ve kendisine de "Hattuşili" adını verecektir. Hattuşaş Antik Kalıntıları bugün UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde yer almaktadır. Hititler yerli halkın ekonomik ve kültürel etkilerinden etkilenerek dil ve dinlerini benimsemiş ve ırklarını Hatti ırkının içinde eritmişlerdir.

Hititler, Asurluların Anadolu’ dan çıkmak zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlardır. Anadolu’nun yerli halkıyla kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır. Bu devletin kurucusu Labarna‘dır. Başkenti ise Hattuşaş’ dır. (Boğazköy) Hitit tarihi M.Ö. 1650 - M.Ö. 1450 Eski Krallık Devri ve M.Ö. 1450 - M.Ö. 1200 İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir. Hitit Devleti'nin kuruluşundan itibaren, sanattaki Mezopotamya'lı unsurlar kaybolarak, Anadolu'nun yerli sanatıyla birleşmiştir. Sanatta, boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler, saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır.

Aslında Hattiler'e ait olmasına rağmen Hitit Güneş Kursu olarak anılan törensel nesne, Hititlerin sembolü kabul edilir.

Hitit adı Eski Ahit'e göre uydurulmuş bir isimdir. Bugün Hitit diye anılan bu halkın kendilerine "Nesi dili konuşan" anlamında Nesili dediklerini biliyoruz. Hititler kendilerine "Neşalılar" diyorlardı.

M.Ö. 1800 yılları, Anadolu tarihinin başlangıcı yerli aglutinant dil grubuna ait Hattiler ve Hint Avrupalı Hititler hakkında ilk bilgilerin edinildiği dönemdir. Bu çağ, Hitit kültürünün başlangıç ve gelişme aşamalarının kaynağıdır. M.Ö 2500-2000 yılları arasında Kuzey Kapadokya ve Orta Karadeniz bölgesinde gelişmiş kültürün temsilcisi Hattiler’ di.
Şehir devletleri tarafından yönetilen bu bölgenin müstahkem şehirleri, kral mezarları, hazineleri, Hatti kültürünün simgeleridir. M.Ö 2000 yılları sonlarında büyük savaşlar sonucunda çıkan yangınlarla sona eren bu çağı, Asur Ticaret Kolonileri dönemi izler. Yazılı kaynaklardan Hititlerin, Anadolu’ya M.Ö. 3. binin son yıllarında, 2. binin başında küçük gruplar halinde, girmeye başladıkları ihtimali çıkmaktadır. Hititlerin Anadolu’ya Kuzey Karadeniz üzerinden veya kuzeydoğudan, Kafkaslar üzerinden geldikleri ve Kızılırmak kavisinin kuzey kesimine yerleşmiş oldukları değerlendirilmektedir.

Hititler'de Din

Hitit İnanç Sistemi


Kültürlerin bir parçası olan din, tarihin her döneminde, insanoğlu için önemli bir yere sahip olmuştur. Hitit dini incelendiğinde, farklı etnik kökenlere ait birçok öğenin bir araya gelmesi ile oluşmuş bir kültür mozaiğiyle karşılaşılır. Hitit kültürünün bir parçası olan inanç sistemi de pek çok değişik öğenin birleşmesinden oluşmuştur. Hint-Avrupalı bir toplum olan Hititler kendilerine ait kültür öğelerinin yanı sıra tanıştıkları yeni kültürlerden, bünyelerine uygun gördükleri pek çok unsuru kabul etmişlerdir. Böylece dinsel görüşleri de ilkelden başlayarak gittikçe karmaşıklaşmış, Eski Hitit Dönemi’ne ait metinlerde geçen birkaç tanrıdan oluşan tanrılar topluluğu, İmparatorluk Dönemi’nde sayı olarak artmış ve bunun sonucu olarak tanrılar topluluğu oldukça kalabalık olan bir dine sahip olmuşlardır. 

Çok tanrılı dinlerde sular, gökyüzü, toprak, ay, güneş gibi daha birçok unsur ilahlaştırılmıştır. Hitit inanç sisteminde de bunun gibi doğa unsurları ayrı ayrı tanrılar ile temsil edilmiştir; Güneş Tanrıçası, Gökyüzü/Fırtına Tanrısı, Kırların Koruyucu Tanrısı gibi. Bu noktada “Hitit dininin, başlangıçta bir doğa dini mi” olduğu sorusu akla gelmektedir. 

Hitit tanrılarının isimleri Hattice, Hurrice, Sümerce olmasına karşın söz konusu tanrının işlevi ve niteliği değişmemektedir. Örnek vermek gerekirse, Hitit pantheonunun baş tanrısı olan Fırtına Tanrısı'nın Hattice adı Taru, Hurrice adı ise Tešup'tur. Hititler tanrıları ile nasıl bağlantı kuruyorlardı? Onların neler istediklerini nasıl bilebiliyorlardı ve kendilerini tanrılara nasıl ifade ediyorlardı? Semavi dinlere ve hatta Hinduizm'e baktığımızda, insanlara gönderilen bir kutsal kitap ve tanrı ile insan arasında bir köprü oluşturan peygamberlik kavramlarını görürüz. Hitit dininde ve hatta pek çok Anadolu ve Mezopotamya dinlerinde, böyle bir aracının olmadığı, ancak rahip ve rahibeler gibi din görevlileri dışında tanrılara yakınlığı ile bilinen kişiler olduğu, okunan çivi yazılı metinlerden anlaşılmaktadır. Bu noktadan hareketle, tanrıları ile yakınlaşacakları, onlara hizmet edecekleri, onlardan kendileri ve ülkeleri için isteklerde bulunacakları bir uygulamaya ihtiyaçları olduğunu düşünebiliriz. Herhalde, büyük bir itina ile düzenledikleri bayram törenleri, tanrılar ile iletişim konusunda önemli rol oynamaktaydı. 

Hitit inancına göre, tanrılar tıpkı insanlar gibi yaşamakta, yiyip içmekte, aralarında kavga etmekte, birbirleri ile evlenmekte ve çocuk sahibi olmaktadırlar.Hititlerin tanrılarını kendileri gibi düşündüklerini en iyi biçimde Boğazköy (Hattuşa)’de yer alan Yazılıkaya açık hava tapınağında görmek mümkündür. Boğazkale’nin yaklaşık 2 km. kuzeydoğusunda kalker kaya sivrileri arasında yer alan iki doğal kaya odasını Hititler, kült törenlerini yerine getirmek için kullanmışlardı. Bu kutsal alanın kaya yüzeylerine usta bir işçilikle yapılmış sahnelerde yer alan tanrılardan; erkek tanrıların çoğu ucu sivri, konik biçimde ve boynuzlarla donatılmış bir külah giydikleri görülür. Külahlarında yer alan boynuz sayısının çokluğu tanrının rütbesinin yüksekliğini gösterir. Üzerlerinde beli kemerli kısa etek ve ayaklarında uçları yukarı doğru kıvrık ayakkabılar vardır. Tanrıçalar ise, başlarında şehir surunu andıran silindirik başlık ve üzerlerinde yerlere kadar uzanan beli kemerli ve pilili etek, bluz ve pelerin ile betimlenmişlerdir. 

Dön Tanrıları, beraberlerinde yer alan kutsal hayvanları, atribüleri ve hiyeroglif yazıtlar aracılığıyla tanıyabilmekteyiz. Anadolu’da Boğazköy dışında, imparatorluğun egemenlik alanını işaret eden bazı yerlere dönemin Hitit kralı tarafından yaptırılan kaya kabartmaları bulunmaktadır. Örneğin; Adana’da Sirkeli anıtı, Kayseri’de Fraktin kabartması ve Konya’da Hatip anıtı gibi. Bunların üzerinde yer alan kral, kraliçe ya da tanrı betimleri ile beraber görülen hiyeroglif yazıtlar, kaya anıtının kesin tarihini ve dolayısıyla kabartmada betimlenen kral ya da kraliçenin kimliklerinin belirlenebilmesi açısından son derece önemlidir. 

Hitit inancına göre insan gibi düşünülen tanrıların bir de yaşadıkları evleri olmalıydı. Hitit metinlerinde Ékarimmi-/ Ékarimna- ve Sümerce’den alınan É. DINGIR, “tapınak” kelimesi için kullanılmaktaydı.Halka açık bir tapınma yeri olmayan tapınak yapılarının özel bir odasında, tanrıyı simgeleyen bir de heykel bulunmaktaydı. Bu heykel her gün belirli bir törenle temizlenmekte ve tanrıya sunulmak üzere, onu temsil eden heykelinin önüne, kurbanlar konulmaktaydı. 

Hitit Tanrıları 

Hattili Tanrılar 

Fırtına Tanrısı & Güneş Tanrıçası/Arinna’nın Güneş Tanrıçası: Taru & Wuruşema (Hitit pantheonun baş tanrı çifti) Oğulları: Telipinu (tarımla uğraşan, tahılların büyümesini sağlayan ve bereketliliği temsil eden tanrı) ve karısı Hatepinu, Nerik kentinin Fırtına Tanrısı ve Zippalanda kentinin Fırtına Tanrısı Kızları: Mezulla Torunları: Zintuhi 
Yeraltı Tanrıları: Lelwani, İşduştaya, Papaya 
Savaş ve Salgın Hastalıklar ile Veba Tanrısı: Şulinkatte 
Savaş Tanrısı: Wurunkatte 
Büyü ile ilgili tanrıça: Katahzipuri 

Hurrili Tanrılar 

Fırtına Tanrısı & Güneş Tanrıçası: Tešup & Hepat Oğlu: Šarruma 
Çift cinsiyetli tanrıça: Šaušga (Koruyucu tanrıça işlevinde gördüğümüz Šaušga, bazı kaynaklarda sağ elinde bir kap tutan kanatlı kadın bazı kaynaklarda ise sağ elinde balta tutan bir erkek olarak görülür) 

Hitit Tanrıları 

İlk Hitit belgelerinden biri olan Anitta metninde “bizim tanrımız” olarak bahsedilen tanrı Šiu, daha sonra Hititçe metinlerde genel olarak “tanrı” anlamına gelen bir kelime olarak kullanılmıştır. 

Işık Tanrısı: Šiu 
Tahıl ve Hububat Tanrısı: Halki 
At üzerindeki Tanrı: Pirwa 
Tanrılaştırılmış Gün: Šiwat 
Tanrılaştırılmış Gece: İšpant 

Hint Tanrıları

İndra, Mitra, Varuna, Nasatya. 

Luwi Tanrıları 

Çoğunlukla başkent Hattuşa dışındaki Hitit merkezlerinde tapınım görürlerdi. Adları çoğunlukla sihirle ilgili törensel eylemlerde geçerdi. 

Personel ve Yönetmelik 

Hititlerin yaşamlarında oldukça önemli bir yere sahip olduğu anlaşılan bu “bin tanrılı” dinin icrasında, ne denli büyük bir organizasyonun gerektiğini düşünebiliriz. Çünkü dinsel faaliyetler içinde daha önce belirttiğimiz bayram törenleri dışında; kehanet, fal, dua, ölü gömme merasimleri gibi daha birçok işlevin eksiksiz ve doğru bir şekilde yerine getirilmesi gerekmektedir. 

Tapınakların ekonomik gücünü sağlayan tarım işçilerinin, sanatkârların; rahip ve rahibelerin; tanrılara törenler sırasında sunulan tüm yiyecek ve içeceklerden sorumlu olan mutfak çalışanlarının görevlerini aksatmaları, ülkeyi tehlikeli bir duruma sokabilirdi. Çünkü, Hitit inancına göre tanrılara hizmet ederken yapılabilecek bir hata tanrıların öfkelenmesine neden olabilir ve bunun sonucunda da ülke zarar görebilirdi. Bu nedenle, tüm tapınak görevlilerinin hizmet, temizlik, güvenlik gibi konularda çalışma talimatlarını içeren enstrüksiyon metinleri hazırlanmıştır.

Bayramlar

Hitit dininin uygulama alanlarından bir olan “Bayramlar” da değişik etnik kökenlere ait unsurları birleştirmiş ve Hititler tarafından tabletlere ayrıntılı bir şekildekaydedilmiştir. Bu yönü ile bayram metinlerini, törenlerin nasıl yapılması gerektiğini gösteren birer enstrüksiyon metni olarak da tanımlayabiliriz. 

Belli bir takvime bağlı olarak, yılın değişik dönemlerinde düzenli bir şekilde icra edilen ve büyük hazırlıklar sonucu gerçekleştirilen bayramlar, bolluk ve bereket, verimli yağmurlar, bol mahsul, hayvanların çoğalması, kralın gücünün artması, dinsel temizliğin sağlanması için, tanrıları memnun edecek dinsel törenlerdir. Tanrılara yiyecek ve içecek vermek, onlara kurbanlar sunmak, dinin gerektirdiği gündelik işlerdendi. Bayramlar ise, bunun daha yüksek düzeyde, daha kalabalık bir toplulukla ve daha zengin malzemeyle yapılması demektir. 

Ancak Hititler’deki bayram anlayışı ile günümüz bayram kavramı birbirine karıştırılmamalıdır. Hepsi belli bir amaç doğrultusunda ve törensel bir hava içerisinde yapılan bayramlarda uygulanan danslar, müzik icrası, bazı oyunlar ile ziyafetler oldukça neşeli görünmektedir. Bununla beraber, bazı bayramlar daha sade kurban ritüellerini içeren seremoniler halindedir.

Bayram kelimesi tek bir kutlamayı çağrıştırıyor olsa da, Hitit bayramlarının bazılarının kutlanması bir günde tamamlanmaz; içerisinde bir kaç gün süren, çeşitli kentlerde icra edilen ve hatta bir ayı aşan kutlamaların yapıldığı bayramlar vardır. 

Hititler'de Ordu

Ordu

İlk dönemlerinde birçok beyliğin birleşmesinden oluşan Hitit Krallığı'nda merkezi yönetimin başında "Büyük Kral" unvanıyla anılan başrahip, başkomutan ve başyargıç yetkileriyle donatılmış bir kral bulunuyordu. Beyliklerin başındakilere ise "Küçük Kral" sanı verilirdi. Daha sonraki dönemlerde merkezi yönetimin ağırlığı arttı ve küçük kralların yerlerine valiler atandı. Hitit krallarının yetkileri pankus adı verilen ve soylulardan oluşan bir meclisçe sınırlandırılmıştı. Bu meclis kral soyundan gelen birine verilen ölüm cezasını ya da kralın gösterdiği veliahtı onaylamama hakkına sahipti.
Hititler'de kraldan sonra en yetkili kişi tavananna adını verdikleri ana kraliçeydi. Saraydaki bütün siyasal etkinliklere katılan ana kraliçe, kralın yokluğunda ya da tahta geçen kralların çocuk olması durumunda, devleti yönetirdi. Hititler'in ilk zamanlarında krallar belirli bir hanedanın prensleri arasından soylular ve önde gelen devlet büyüklerin-ce seçilirdi. Daha sonra Telipinu'nun ferma-nıyla kral ölümünden önce veliahtı seçebiliyordu. Ama veliahtın pankus tarafından onaylanması gerekmekteydi. Hititler'de kralın birinci karısından olan oğlu veliaht sayılırdı. Veliaht ülke yönetimine katılır, bazen "Küçük Kral" sanıyla bir bölgenin yönetimine atanırdı. Başarısız olması durumunda veliahtlık hakkı elinden alınırdı.
İlk dönemlerde Hititler, ele geçirdikleri ülkelerin krallarına bağlılık yemini ettirir, bir antlaşma imzalayarak onları tahtlarında bırakırlardı. Daha sonra bu krallıkların bazılarına doğrudan merkeze bağlı valiler atandı. Ant-laşmalı krallıklar da kendi içlerinde bağlı devletler ve vasal devletler diye ayrılırdı. Bağlı devletler Hititler'ce korunan bağımsız krallıklardı. Vasal devletlerse Hititler'e karşı belirli yükümlülükleri yerine getirme zorunda olan prensliklerdi. İçişlerinde serbest ama dışişlerinde büyük krala bağlı olan bu devletler istendiğinde asker göndermekle yükümlüydü.
Hititler'de savaşabilecek durumda olan her erkek asker sayılırdı. Kralın toprak verdiği soylular da tüm masraflarını kendilerinin üstlendiği özel askeri birlikler beslerlerdi. Ayrıca savaş sırasında prensler ve vasal krallar da askerleriyle birlikte büyük krala katılırdı. Hitit ordusu yaya ve arabalı askerlerden oluşurdu. İki tekerlekli ve bir çift atın koşul-duğu savaş arabalarında sürücünün yanı sıra iki savaşçı asker bulunurdu. Hızlı hareket etme yeteneğine sahip bu savaş arabaları savaşlarda Hititler'e büyük üstünlük sağlamıştır.

Roma



Roma Uygarlğı ve Din

M.Ö 4 yüzyıl ortalarından sonra kararlı bir biçimde büyümeye başlayan Roma Devleti Büyük İskender İmparatorluğu’nun parçalanışı sürecinde Roma Devleti bütün İtalya’yı tek bir siyasal çatı altında toplamayı başarı. İlk başta küçük olan Roma Devleti ; M.Ö. 200 de Batı Akdeniz’e M.Ö. 168 de bu defa Doğu Akdeniz’e egemen olurken dönemin “ dünya devleti ” oldu.Daha sonra bütün Anadolu da dahil Akdeniz çevresini ele geçirip Atlantikten Fırat’a kadar tarihte ilk ve son defa siyasi bir mekan birliği kurarken aynı zamanda Akdeniz havzasında yine ilk defa bir dil ve kültür birliğinide gerçekleştiriyordu.Döneminde Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğunun resmi din olarak kabul ettiren 1. Theodosius ( 379 – 395 ) ölümünden sonra İkiye ayrılan Roma İmparatorluğu önce batı sonrada doğu kısmının yani Bizans İmparatorluğunun yıkılmasıyla ( 1453) yaklaşık 1800 yıl sonra tarih sahnesinden çekilmiştir. 

Roma Dini 

Çok tanrılı bir din anlayışından gelen Romalılar tabiat kuvvetlerinin birer tanrı olduğuna, tabiatta ve hayatta olan herşeyin tanrısal iradeye bağlı olduğuna inanıyorlardı.Başlangıçta Etrükslerin etkisinde kalan din anlayışı, fetihlerden sonra yeni ülkelerin kültürleriyle tanışınca buralarda yaşayan halkların dini inançlarından da etkilenmiştir. Romalılar Fenike, İran, Frig inançlarının etkisindede kaldılar ama özellikle yunan uygarlığının (helen) din ve inanç konusundaki daha fazla ve belirgindir. 



Kendi tanrılarının cumhuriyet döneminde daha yakından tanıştıkları Yunanlıların tanrılarına benzediğini gören Romalılar onların tanrılarını aynen kabul etmişler ve mitolojilerinide benimsemişlerdir. Bu çerçevede Yunanlıların önemli tanrılarından olan Gök Tanrı (Tanrıların Kralı) Zeus ( Zevs) : Jupiter , Ay Tanrısı Hera ;Junon , zeka ve akıl tanrıçası Athena ; Minerva , güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit ; Venüs , ölüler ve cehennem tanrısı Hades ; Plüton , bereket tanrıçası Demeter ; Neptün , eğlence ve şarap tanrısı Diyonizos ; Baküs olarak adlandırılmıştır. 

Yunan ahlak ve gelenekleri Romalıların Etrükslerden itibaren şekillenen dini gelenek ve inanışlarına da etki etti. Romalılar da bütün ilk çağ toplumları gibi fala inanmak , kuşların uçuşu veya kesilen kurbanların iç organlarının dağılışına bakarak kehanette bulunmaya çalışmak gibi batıl inanışlara sahiptiler. Hatta öyle ki savaş ialan etmek gibi son derece ciddi ve önemli devlet işleri bile fala bakılarak kararlaştırılırdı. ( hatta bu iş için resmi kahinler ve kutsal tavuklar vardı. Bu tavuklar kendilerine verilen yemi yemezse bu , tanrıların yapılmak istenen işe razı olmadıkları biçiminde yorumlanıyordu. ) Falcılıkla birlikte büyücülük de önemli bir batıl inanış biçimiydi. Roma’ da halkın gözünde çok değerli olan sadece falcılık – büyücülükle uğraşan bir sınıf bile vardı. 

Roma İmparatorluğunda Hırıstiyanlık yaygınlaşıncaya kadar puta tapıcılık ( paganizm ) resmi dindi. Tanrılar adına yapılmış özel tapınaklar vardı. Tanrıça Junon adına yapılan tapınakta kutsal ateş devamli yakılır vevestal denilen genç rahibeler ateşin sönmemesi için nöbet beklerlerdi. 




Zaman içinde Yunan felsefi görüşlerinin Romaya girmesiyle tanrıyı inkar eden Epikürizm ve tanrının varlığını kabul eden Stoacılık da Romalılar ’ın din anlayışının kısmen de olsa etkileyen bir diğer kanal oldular. 

Romalılar’ ın ilk dönemlerinde tanrılar adına düzenlenen yortular ve yılda iki defa yapılan araba yarışları halkın hem oyun eğlence hemde ibadet şeklini yansıtması açısından önemlidir. 

M.S 30 yılından itibaren Roma İmparatoluğuna giren Hırıistiyanlık özellikle alt tabakadaki insanlar arsında yayılmıştır. M.S.305dan sonra doruğa çıkan Hıristiyanlık – Eski Roma Dini taraftarları arasında çekişmeler 305 – 306 yılları arasında en şiddetli çatışmalara sahne olmuş 306 yılında bu çatışmalar sonucunda iktidarı tek başına ele geçiren 1.Constantinus (Konstantin) tek başına imparator olup 313 yılında yayımladığıMilano Fermanı ile Hırıstiyanlığı serbest bırakıp yayılmasını teşvik etmeye başlaması ve Özellikle Döneminde Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğunun resmi din olarak kabul ettiren 1. Theodosius ( 379 – 395 ) un Roma’daki Vesta Tapınağı ’nda Roma’nın kuruluşundan bu yana yanan kutsal ateşi söndürmesiyle birlikte paganist inanç sindirilmeye başlanarak yavaş yavaş tarih sahnesinden silinmiştir. 

Roma Ordusu Tarihi

Yurttaş Askerler

Hastati: M.Ö 220 - M.Ö 180 yılları arasında roma ordusunun temel savaş unsuruydular genç ve tecrübesiz askerlerdir yanlarında 1 adet gladius denilen 50 cm uzunluğundaki kılıç ve pilum denilen mızrak taşırlardı bronz göğüslük giyerlerdi. Savaşlarda düşmanla temasa ilk önce hastatiler geçer ve yorulduklarında yerlerini onlardan daha tecrübeli birlikler olan  principelere bırakırlardı.

Principe: Hastatilerden daha donanımlı ve tecrübeli orta yaş askerlerdir. Genellikle zincirden zırh giyerler gladius denilen kılıç ve pilum denilen mızrak taşırlardı. Roma ordusunun 2. saffını oluştururlar yorulduklarında toparlanmak için yerlerini triariilere bırakırlardı.

Triarii: Roma ordusunun 3. saffını oluştururlardı bu yüzden defansif bir birlikti. Bronz zırh veya zincir zırh kullanır hastati ve principelerden daha geniş kalkanlar kullanırlardı mızraklarıyla düşman süvarilerine karşı yunanlıların falanks taktiğine benziyen formasyonlar ile savaşırlardı. Ordunun en tecrübeli elit askerleriydi. Hastati ve principeler zor duruma düştüğünde triariilerin arkasına geçerlerdi böylece roma ordusu hep taze kuvvetlerle desteklenerek savaşta devamlı dinç kalırdı.

Velites: Roma ordusunun hafif piyadeleriydi deriden zırh giyerler yada hiç zırh kullanmazlardı cirit, pilum, sapan ve gladius kullanırlardı yoksul halktan seçildikleri için küçümsenirlerdi.

Equites: Roma ordusunun hafif ve tek çeşit süvarileri idi. Ordunun sadce 10 da 1 ini oluştururlardı.

Gaus Marius Reformları ( Profösyonel Lejyonlar )

Cumhuriyet lejyonları: Bu reformun nedeni eski roma ordusunun yetersiz kalması idi. Principe, hastati, velites gibi birlikler kaldırıldı ve yerine paralı daha iyi eğitim almış olan Lejyonerler geldi. Fakat  Triarii ve Equites gibi birlikler bir müddet daha kullanıldılar. Cumhuriyet lejyonları bronz miğfer ve zincir zırh(bazı lejyonlar metal zırh giyerdi) giyer ve gladius adında bir kılıç ve spatha isimli bir buçak, tahta levhalardan birleştirilmiş vücüdun yanlarınıda koruyan dikdörtgen bir kalkan ve 2 tanede pilum denilen mızrak kullanırlardı. Bu dönemde testodo savunması ortaya çıktı. Eskiden yurttaş askerler komutanlarına bağlı değil direk olarak senatoya bağlılardı ama paralı lejyonların yönetimi direk olarak komutanlarına bağlıydı bu olayda komutanlara siyasi güç kazandırdı ve komutanlar yönetime karışmaya başladılar hatta diktatör oldular. İmparatorluk dönemine kadar iç savaşların ve tiranların ardı arkası kesilmedi.

Auxilia: Roma ordusunun hafif piyadesini oluştururlardı kale ve şehir muhafızlığı yaparlardı. Zincirden bir zırh, bronz miğfer, tahtadan oval bir kalkan, gladius, spatha techizatları idi. 

Augustus Reformları 
Bu dönemin yeniliği preatorların gelmesi ve diğer lejyonların sınırlarda sabit hale getirilmesi.

Preatorian: Romada şehrinde Preatorium tepesindeki kışlalarında otururlardı. Roma şehrini ve sarayı korurlardı ordunun en tecrübeli ve iyi askerleri arasından seçilirlerdi. İmparatorların katıldıkları seferlerde imparatorlara refakat eder ve korurlardı. Demirden püsküllü bir miğer, işlemeli zırh ve pelerin giyerlerdi. Pek çok siyasi entirika ve cinayete karıştılar pek çok imparatoru öldürüp istediklerini başa getirdiler. Örneğin İmp Cladiusu tahta çıkardılar, Otho, Galba, Vitelius gibi İmparatorlar eski preatorlardandı, Antonyus hanedanının son imparatoru Comudusu öldürdüler, Sevarus hanedanının kurucusu Septim Sevarus dışında Sevarus hanedanındaki İmparatorların hiçbiri eceliyle ölmedi hepsini preatorlar öldürdü.

Lejyonlar sabit hale getiriliyor: Bu dönemin lejyonları 28 tane sabit lejyona bölünmüşler idi bunları 1 tanesi Roma şehrinde(preatorlar) diğerleri ise sınır bölgelerinde idi. Fakat roma lejyonlarının birkaç yüz tane olduğu tahmin ediliyor ama bunların sadece 50 tanesi hakkında bilgiler var. Giyimlerine baktığımızda metal levhalardan oluşturulmuş bir zırh(bazı lejyonlar zincir zırh kullanıyorlardı), metal miğerfer, tahta dikdörtgen bir kalkan( her lejyonun kalkanında ait oldukları lejyonun işaretleri vardı), Gladius kılıcı ve spatha buçağı, 2 tanede pilum mızrağı bulunuyordu. Lejyonlar sınır bölgelerine yerleştiği için daha iç kısımda kalan topraklarda auxilia birlikleri bulunurdu. Bu dönemde her lejyonun bir süvari taburu vardı ama bunun sayısı hala 10 da 1 e denk geliyordu. 

Diokletianus ve Konstantin Reformları

Bu dönemin lejyonları diokletianusun başlattığı ve Konstantinin bitirdiği reformlar ile sil baştan değişti. Sabit lejyonlar kaldırıldı yerine Comitatenses adlı hareketli lejyonlar kuruldu. Limitanei denilen hafif piyadeler kale ve şehirlerde muhafızlık yaptı. Preatorlar kaldırıldı yerine Scholae adı verilen küçük muhafız birliği kuruldu. Süvarilerin sayısı ordunun 3 te 1 ine denk hale getirildi. Ordunun komutanlığı 2 ye bölündü Magister Militum (piyade komutanı) ve Magister Equitum ( süvari komutanı). Foeterati adı verilen barbarlardan paralı olarak toplanan askerlerden birlikler kuruldu.

Comitatenses: Gladius, spatha, pilum(2), tahta oval kalkan, zincir zırh ve metal miğfer techizatlarını oluşturur. Roma ordusunun ağır piyadesini teşkil eder.

Limitanei: Roma ordusunun hafif piyadeleridir. Kale ve şehir muhafızlığı yaparlar.

Scholae: Roma İmparatorunun kişisel muhafızlarıdır ve orduda süvarilik yaparlar.

Foeterati: Barbar kavimlerinden alınan paralı askerlerdir. Burgundi, Got ve Alemani kavimlerinden gibi kavimlerden çoğunlukla alınıyor

Roma Genel Tarihi

Dünya tarihinin en büyük imparatorluklarından biri. Yarattığı etki ve sürekliliği bakımından dünyada kurulmuş devletler arasında özel bir yeri vardır. Roma devletinin ilk kuruluş yılları hakkında daha çok efsane ve mitolojiye dayalı bilgiler vardır. Buna göre Roma kent devleti MÖ 753’te Romus ile Romulus kardeşler tarafından kuruldu. Romulus’un ilk kral olduğu Roma’da çoğunluk Latinlerde idi; ayrıca Sabin ve Etrüsk toplulukları yaşıyordu. Roma’nın krallık dönemi MÖ 753-509 yılları arasında 244 yıl sürdü. Bu dönemde Roma’nın sınırları şimdiki Vatikan’ın topraklarından oluşuyordu. “Rex” denilen ve Halk Meclisi (Comitia Curiata) tarafından seçilen kral, sonsuz buyurma yetkisine (imperium) sahipti. Etrüsk egemenliğinden sonraki Roma’da toplumsal yaşam askerlik, memurluk yapan “patrici”ler ile çiftçilik, çobanlık, ticaret yapan “pleb”ler arasında paylaşıldı. Kölelerin hiçbir hakları yoktu. Krallık döneminden cumhuriyet dönemine geçiş hakkında elde fazla tarihî belge bulunmamakla birlikte yine de bu arada bir diktatörlük dönemi olduğu bilinmektedir. Cumhuriyet döneminde yönetim, patrici sınıfının elindeydi. Bu sınıftan her yıl seçilen ve konsül adını alan yöneticilerin buyurma yetkisi çok genişti. Patrici sınıfından kimselerden oluşan Halk Meclisi’nin yanı sıra yine aynı sınıftan üç yüz üyeli Senato (Yaşlılar Meclisi) vardı. Plebler de dayatarak bir Tribün Meclisi kurma hakkını elde ettiler MÖ 5. yüzyılda plepler kanunların yazılı olmasını istediler. Roma hukukunun temeli olan “12 Levha” kanunları, Forum Romanum’a asılarak kabul edildi. Patrici ve plep sınıfları arasındaki ayrılık sona erdikten sonra Roma, bir kent devleti olmaktan çıktı ve büyümeye başladı. Önce İtalya’da Latin birliği kuruldu, sonra Etrüsk yurdu Roma Devleti’ne katıldı. Daha sonra bütün İtalya ve Akdeniz’de birçok yer ele geçirildi. Afrika’ya yayılma eğilimi gösteren ve donanması güçlenen Roma’nın karşısına Tunus’ta bulunan Fenikeliler (Kartacalılar) çıktı. İki devlet arasında uzun yıllar süren (MÖ 264-146) savaşlar (Pön Savaşları) Roma’nın kesin üstünlüğü ile bitince, Afrika’nın kuzey kıyıları, İspanya ve bütün Batı Akdeniz Roma’nın egemenliğine girdi. MÖ 215-168 arasında süren Makedonya Savaşları sonunda da Makedonya, Yunanistan, Balkanlar, Roma toprağı oldu. Yeni topraklarıyla iyice zenginleşen Roma’da zenginler ile yoksullar arasında amansız bir mücadele başladı. Marius yoksulların temsilcisi olarak konsül seçildiyse de başarılı olamadı. Konsül seçilen Sulla (MÖ 82) Marius taraftarı olan 5.000 kişiyi öldürttü ve Senato’ya geniş yetkiler tanıdı. Sulla’dan sonra iktidara geçen Caesar (Sezar), Pompeius ve Crassus arasındaki üçlü yönetim (Triumvirax) döneminde Fransa, Belçika ve Almanya toprakları ele geçirildi. Caesar’ın Pompeius’u yenerek tek başına hükümdar olmasından sonra, Ptolemeos hanedanının egemenliği altındaki Mısır, Roma’nın eline geçti. Roma’da diktatör ilân edilen (MÖ 46) Caesar’a çok geniş yetkiler verildi. Cumhuriyetçiler tarafından Caesar’ın öldürülmesinden sonra yeniden karışıklıklar çıktı. Octavianus, Mısır’ı tamamen ele geçirdi. MÖ 27 tarihinde “Augustus” unvanını alan Octavianus ile Roma’da imparatorluk dönemi başladı. Daha sonra imparator olan Caligula, Claudius, Neron, Flavius, Titus, Traianus (zamanında şimdiki Romanya ele geçirildi ve devlet en geniş sınırlarına kavuştu), Hadrianus, Antoninus, Marcus, Aurelius, Cominodus Caracalla gibi kimi zaman çok bilge, iyi asker, kimi zaman da zalim, deli ve sefahat düşkünü birçok imparator hüküm sürdü. Diocletianus döneminde (MS 284-305) imparatorluk, eşit yetkileri olan iki “Augustus” arasında paylaşılmaya başlandı. “Ortak İmparatorluk” denilen bu dönemde en parlak imparator (I. Konstantin) oldu. Bu imparator bugünkü İstanbul’u (Bizans) başkent seçerek imparatorluğun fiilî olarak ikiye ayrılmasına yol açtı. Oğulları arasında patlak veren taht kavgaları sonunda 395 yılında imparatorluk kesin biçimde “Batı” ve “Doğu” olmak üzere ikiye ayrıldı. Arcadius Doğu’da, Honorius da Batı’da imparator oldular. Batı’da hüküm süren son imparator Romulus Augustus, yıllardan beri süregelen yabancı kavimlerin (Cermenler, Hunlar vb.) son dalgası olan Odoaker’in ordusuna yenildi ve tahtından indirildi. Böylece 476 yılında imparatorluk alametlerini Doğu İmparatoru Arcadius’a gönderen Romulus Augustus ile Batı Roma İmparatorluğu tarihe karışmış oluyordu. Kral ilân edilen Odoaker, Bizans (Doğu Roma) imparatorunun temsilcisi olmakla yetindi. Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı olan Doğu Roma ya da Bizans İmparatorluğu, giderek Yunan (Helen) etkisinde kalarak Osmanlı Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u ele geçirişine kadar yaşadı. Roma’nın uygar dünyaya pek çok etkisi oldu. Bunun başında hâlâ yararlanılan Roma hukuku gelir. Roma’nın askerlikteki üstünlüğü ve getirdiği yenilikler Orta Çağın ortalarına kadar Batı dünyasının askerlik sanatını etkiledi. Roma’da mimarlık alanında da çok büyük yapıtlar yaratıldı.